Nuh Tepesi film kritiği
in

Nuh Tepesi, parçalı baba-oğul ilişkisi üzerine kurulmuş yeni bir film. Cenk Ertürk’ün yönetmenliğine oturduğu filmin sadece oyuncu performansları ile ayakta kaldığını itiraf etmeliyim. 

Bağımsız sinema alanında en çok işlenen baba-oğul ilişkisine yeni bir nefes getirememesi en büyük eleştiri olabilir belki ama film sinematografik açıdan oldukça doyurucu. Taşrada geçen sahneler, köylülerin bağnazlığı, şark kurnazlığı ve Ali Atay’ın performansı filmi uluslararası ölçekte bir proje haline getirmiş. 

Ali Atay son zamanlarda izlediğim en iyi performanslardan birine imza atmış. O kadar ki Haluk Bilginer’in o duygu aktarımı bile Ali Atay performansı yanında konuşulacak seviyede değil. 

Nuh Tepesi aslında çok sıradan bir baba-oğul hikayesi olarak çekilmiş. Ölmek için köyüne dönen bir baba Haluk Bilginer ve ondan nefret eden, hayatındaki tüm başarısızlıkları babasının onu terk etmesine bağlayan, bilinçaltındaki babasız geçen yıllara öfkeli bir oğul Ali Atay. Tüm bu hikayede daha fazla çatışma yaşanması beklenirken kurguya bir de köydeki batıl inanç ve bu düşünce ile mücadele evresi giriyor. 

Yönetmen, oğulun babasıyla olan sorunlarını çözmek için ikisinin de uğraşması gereken bir sorun yaratmak isteyerek, taşranın mitlerine dem vurmuş. Yıllar önce Haluk Bilginer’in diktiği ağacın Nuh Peygamber tarafından tufandan sonra dikildiğine inanılıyor ve bu ciddi bir ibadet turizmi haline dönüşüyor. Bu ticarethanenin şark kurnazı köylüler tarafından mit olarak muhafaza edilmesi üzerine yaşanılan çatışmayı; şehirden köye dönmek ile de sentez edince işlenmesi daha zor bir konu haline dönüşüyor. Bu kadar temayı baba-oğul ilişkisinin iyileştirici gücü yapmak doğru bir tercih olmamış. Çünkü sorun biraz ortada kalmış ve yeteri kadar işlenememesi senaryoyu çiğ bırakmış gibi.

Bu tipik anlatıyı, özellikle Ali Atay üzerinden iki farklı noktayı ele alarak farklılaştırmayı başarsa da, yönetmen, karakterleri ve onların birbirleriyle, geçmişleriyle hesaplaşma hâlini her şeyden daha çok önemsemeyi tercih etmiş.  Zaten taşranın çarpık yapısına dair bir tartışma atmak istese bu konu bağımsız sinemada başlı başına bir konu olurdu.

Uzun lafın kısası Nuh Tepesi köyün dinamikleriyle mücadele etmekten ufak bahsederek; oğulun babasından, onun terk edişi sebebiyle yaşadığı çöküntünün hesabını sormasının filmi olmuş. 

Senaryo güçlü tiratlarla dolu. Ali Atay’ın babasıyla konuşması, boşanmak üzere olduğu eşiyle konuşması, film boyunca olan tavrı, baştan sona muhteşemdi. Bu yüzden bile izlenilmesi gerektiği düşüncesindeyim. Tam bir performans filmi olmuş.

Bu filmden sonra aklıma bir tez çalışması geldi. Bağımsız sinemada genç köy imamları. Çoğu filmde çok bilinçli, toplumdan uzak, diyalektik yapmaya dünden razı imamlar görüyorum. Benim Anadolu’daki taşra gözemim niyeyse böyle değil. Niye bu şekilde tercih ediliyor bilmiyorum. Nuri Bilge Ceylan’ın ‘’Ahlat Ağacı’’, Semih Kaplanoğlu’nun ‘’Yumurta’’ filmi, İsmail Güneş’in ‘’The İmam’’ filmi ve bu filmde yer alan genç köy imamı. Bence tartışılmaya değer çok özel bir konu.

Post Comments