Normal People dizisi hayatın bir akışını resmeden, duyguların kontrol edilemediği noktada sahip olunacakların ellerin arasından kayıp gitmesinin dizisi.
- YAPIM: BBC THREE
- CAST: Daisy Edgar-Jones (Marianne), Paul Mescal (Connell)
Birlikte izlediğiniz kişi ile unutulamayacak bir anı yaratabilir. Çünkü müthiş yazılmış iki ana karakter ile kendi hayatınızın içinden enstantaneler sunacaktır. Duyguların aslında o kadar da komplike olmadığı yönünde izleyiciye kara ayna tuttuğunu söylemeliyim.
Mariana ve Connell’ın İrlanda’nın küçük bir şehrinde ilk gençlik yıllarıyla başlayan bu hikayesi lise ve üniversite süreciyle devam ediyor. İki genç birbirlerine adını koymanın zor olduğu yoğunlukta bir duygu ile bağlılar. Merak etmeyin burada dizinin özetini vermeyeceğim. Dizinin bende bıraktığı etkiyi anlatmak için hikayeyi nasıl gördüğüme ufaktan değineceğim sadece.
Marianne ve Connell’ın hayatları, lisenin son günlerinde Connell’ın yaptığı bir hata sonucu yıllarca patalojik sorunlara dönüşerek ilerler. Bu hatanın yıpratıcı etkisiyle onların gelişim süreçlerini dizi boyunca görürüz. Yıllar içerisinde birçok yapıcı ve yıkıcı dönüşüm geçirirler. Kahramanların üniversite ortamı, dersleri, yaz tatilleri, Noel tatilleri ve haftasonlarına geçirilen zamana tanıklık ederiz. Dizinin çevresinde kıta krallığında nasıl bir hayat psikozu olduğu konusunda da bir fikir edinebiliyoruz.
Konudan uzaklaşmayalım. Her açısı bir fotoğraf karesi gibi estetik perspektifler sunan 12 bölümlük bir dizi Normal People. Hayatın, bir noktadan diğerine doğru çıkılan bir yolculuk oluşunu, atılan her adımın kişiyi devasa bir dönüşümün eşiğine getirme potansiyelini büyük büyük cümlelerler kurmaya ihtiyaç duymadan, çok çarpıcı sinematik karşılıklarla ifade edebilmesi yapımın en büyük albenisi. Bunu gösterirken ‘’sex’’i bir dil olarak kullanması durumu erotikleştirmiyor. Cinselliğin, sadece yaşanan ilişkinin bir parçası değil, o ilişkinin mevcut evresinin bir yansıması olduğunu bir kaç bölüm sonra anlayınca çıplaklık çok da rahatsız edici olmuyor.
Karakterlerin yaşadığı iç çatışmalar cinsel sahneler ile anlatılmak istenilmiş ve çok başarılı bir sonuç ortaya çıkarılmış. Söylenmek istenip söylenemeyen sözler, imkansızlıklar, mesafeler ve sosyalleşememe sorunu çok iyi işlenilmiş. Sinema tarihinde gördüğüm en başarılı denemelerden birisi olduğunu söyleyebilirim.
Dizide ayrıca sadece kadın çıplaklığı yoktu. Cinsellik bir mesaj ve dizinin önemli bir mesajını aktardığı için; tek bir beden üstünden dönmüyor. Erkek de çıplak. Sert Feminen eleştiriler bu dizi için bir şey diyebilir mi bilmiyorum. Ya da Feminen okumalar yapan küçük çıtır kızlar 🙂
Kişilerin kendilerine ve ilişki yaşadıkları kişilere karşı hem fiziksel hem de ruhsal çöküntüye sebep olabilen davranışlarının da iyi işlendiğini düşünüyorum.
Dizi boyunca iki insanın yarattığı dünya arasında gidip geliyorsunuz. Zaman zaman normal bir hayatı niye izlediğinizi soruyorsunuz. Aslında geçip giden bir hayatı estetize edilmiş şekilde izliyorsunuz ve bu çok hoşunuza gidiyor.
Klişe sonlu bitmiyor. Hayat devam ediyor ve herkes kendi hayatının peşinde yol alarak son buluyor. Mutlak bir kavuşma ve saadet yok. Bahtiyar olma halini ben sinemaya yakıştırmıyorum zaten. Ki öyle de olmuyor.